Malpractice (Malpraktis)

Malpractice (Malpraktis)

MALPRACTİCE(Malpraktis) Hukuk anlayışı çerçevesinde tüm sağlık çalışanları, tıbbi uygulamaları “izin verilen risk”(komplikasyon) kavramı çerçevesinde yapmak zorundadır. İzin verilen risk olarak ifade edilen eylemler nedeniyle kötü sonuçlar meydana gelse bile, bu durum çalışana yükümlülük getirmemektedir. Çünkü kişi dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal etmemiş, görevinin gereğini yapmıştır. Bunun yanında tedbirsizlik, dikkatsizlik ise tıbben “hatalı tıbbi uygulama” (malpraktis) olarak değerlendirilmektedir. 1. MALPRAKTİS NEDİR? Malpraktis sağlık çalışanlarının; uygulamaları sonucu, hastalığın normal seyrinin dışına çıkarak, iyileşmesinin gecikmesinden hastanın ölümüne kadar geniş bir yelpazedeki koşulların tamamını içermekte ve sağlık personelinin ihmal ile standart tıbbi uygulamayı yapmaması, yanlış tedaviyi uygulaması veya hastaya tedaviyi vermemesi ile oluşan kişide zarar meydana getiren fiil ve durum olarak tanımlanmaktadır. Malpraktis, Latince “male” ve “prakxis” kelimelerinden türemiş olup, “kötü, hatalı uygulama” anlamındadır. Dünya Tabipler Birliği’nin 1992 yılında yapılan 44. Genel Kurulu’nda kabul edilen bildirgesine göre, malpraktis (tıbbi uygulama hataları) “hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastayı tedavi etmemesi ile oluşan zarar” şeklinde tanımlanmış; tıbbi bakım ve tedavi sırasında görülen ve hekimin hatası olmayan durumlardan (komplikasyon) ayırt edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Malpraktis, hekimin görev ve sorumlulukları açısından değerlendirildiğinde; birincisi yapılmaması gerekeni yapma, ikincisi yapılması gerekeni yapmama olmak üzere, hastada bir zarara veya istenmeyen sonuca yol açılması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. 2. MALPRAKTİS TÜRLERİ Tıbbi uygulama hataları tanı, tedavi hataları ve diğer hatalar olmak üzere üç grupta incelenebilir. 2.1. Tanı Hataları Ameliyat öncesinde, esnasında veya daha sonra yapılan tetkiklerde, tanı koyma sürecinde yapılan hatalar nedeni ile hastanın zarar görmesi söz konusudur. Tanı koyma sürecinin gecikmesi, bilimsel olmayan, güncelliğini yitirmiş, eksik yöntemlerle hatalı tanı konulması veya tanı konulamaması, testin uygulanmasında yapılan hatalar sonucu hastaya zarar verilmesi bu kapsamdadır. 2.2. Tedavi Hataları İlaç uygulamalarında doz ya da yöntem hataları, tedavinin geciktirilmesi, tedavi seçiminde yöntem hatası, ameliyat ya da işlemin uygulanmasında hatalar, gereksiz veya uygun olmayan tedaviler, postoperatif takibin uygunsuz ya da yetersiz yapılması bu kapsamdaki örneklerdir. ABD’de en sık malpraktis örneklerinin ilaç uygulamalarında doz ya da yöntem hataları olduğu bildirilmiştir. Tıbbi hataların içinde, transfüzyon hataları, cerrahi yaralanmalar, hastane infeksiyonları, hastanın hastane içinde düşürülmesi, yanlış taraf cerrahileri ve kimlik hatalarının da bulunduğuna dikkat çekilmiştir (6). Bir hastalık açısından risk taşıyan kişilerde koruyucu tedavinin uygulanmaması, yanlış ya da eksik proflaksi uygulanması da tedavi ile ilişkili hatalardandır. 2.3. Tedavi Hataları Tanı ve tedavi dışında bu süreci olumsuz etkileyen etkenlere, iletişimde yetersizliğe bağlı hatalar, kullanılan ekipmanın yetersizliğine bağlı hatalar ve diğer sistem yetersizlikleri örnek verilebilir. 3. HUKUKSAL AÇIDAN MALPRAKTİS Hekimlerin tıbbi uygulamaları ile ilgili çok sayıda kapsamlı yasal düzenlemelerin varlığına karşın, gerek ceza gerekse medeni kanunumuzda hekimlerin “cezai” ve “hukuki” sorumluluğunu düzenleyen özel bir madde bulunmamaktadır. Hekimlerin uymakla yükümlü olduğu mesleki ve etik kurallar genel olarak yasal sorumluluklarının da esasını oluşturur. Hekim sorumluluğunun yasal anlamda söz konusu edilebilmesi için; hekimin fiilinin hukuka aykırı olması, bir zararın meydana gelmiş olması, bu zararın hekimin kusurlu bir davranışına bağlı olması ve fiil ile sonuç arasında nedensellik (illiyet) bağı bulunması koşulları aranır. Böylece, meydana gelen suçlar ceza davalarının, haksız fiiller ise tazminat davalarının konusunu oluşturmaktadır. Ceza hukuku (ceza davaları) açısından, malpraktislerin ağırlık derecesine göre farklı kavramlar ve cezai yaptırımlar söz konusudur. Malpraktislerin ağırlık derecesine göre; hastada taksirle yaralamaya yol açılması (TCK Madde 89), taksirle ölüme yol açılması ( TCK Madde 85) ve kasten ölümün ihmali davranışla işlenmesi (TCK Madde 83) durumu söz konusu edilebilir. Yasadaki tanımına göre kişinin ön gördüğü sonucu istememesine karşın sonucun meydana gelmesi halinde “taksir” vardır. Hekimin öngörülmesi gereken sonucu öngöremeyişi “basit taksir”, sonucu öngörmesine karşın kendine güvenerek aktif ya da pasif olarak olumsuz sonuca yol açması “bilinçli taksir” olarak kabul edilmektedir. “Kast” ise, çok daha ağır bir durumdur. Kasten öldürme suçunun, tıbbi uygulamada yeri yoktur. Ancak, kastın ihmali bir davranışla gerçekleşmesi halinde “olası kast” tanımı kullanılmaktadır ki, bu tanımın tıbbi uygulamalar açısından geçerli olabileceği kabul edilmektedir. Örneğin bir sağlık kuruluşunda görev yapan hekimin durumu acil olan hastaya müdahale etmemesi, görev yerinde bulunmaması ve benzeri örnekler bu kapsamda tartışılmaktadır. Hekimler, uygulamada cezai açıdan olduğu kadar, özel hukuk açısından da artan sayıda ”tazminat davası” ile karşılaşmaktadır. Özel Hukuk›ta her türlü kusur haksız fiil sayılır ve kusurlu olduğu saptandığında hekim bu zararı ödemekle yükümlüdür. Tazminat davası olarak bilinen bu davanın açılması ve zararın ispatı ise, Borçlar Kanunu’nun 41. ve 42. maddesi uyarınca davacı hasta ya da yakınına düşer. Hekimlerin cezai ve hukuki sorumluluklarının yanında, görev yaptığı kurumlarda disiplin yönünden idari sorumlulukları ve meslek odalarını ilgilendiren meslekietik sorumlulukları da söz konusudur (11). 3.1Aydınlatılmış Onam Alınması (Hekimin Sözleşme Sorumluluğu) Uygulamada, özellikle ceza ve tazminat davalarında en sık söz konusu edilen hususlar hastanın aydınlatılmış onamı ile ilişkilidir. Hekimin, hastaya uygulayacağı tedavi ve ameliyat hakkında bilgi vermesi ve iznini alması zorunludur. Aydınlatılmış onamın hazırlanmasındaki sorumluluk tedaviyi uygulayacak hekime aittir. Tedaviden sorumlu hekimin, hastasını yapılacak tedavi ve muhtemel sonuçları konusunda yeterince aydınlatması; ameliyat gibi önemli girişimler öncesinde yazılı iznini alması esastır. Ameliyatlar, rutin dışı özellikli tanı ve tedavi uygulamaları öncesinde; yapılan işlemin şekli, sonucu, komplikasyonları ayrıntılı olarak hastaya açıklanmalıdır. Hasta ve tanıkların adları ve açık adreslerinin altına imzalarını atmaları gerekir. Aydınlatılmış onam; hastanın o andaki sağlık durumu, konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve uygulama süresi, hastanın sağlığı açısından taşıdığı riskler, kullanılacak ilaçların kullanılış tarzı ve olası yan etkileri, tedavi yönteminin nerede, ne kadar süreyle ve kimler tarafından yapılacağı, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, tıbbi girişim öncesinde, sırasında ve sonrasında hastadan beklentileri kapsamalıdır. Rutin muayeneler ve herhangi bir riskin söz konusu olmadığı tedavilerde yazılı onam alınması gerekmez, hastanın hekime başvurusu ile zımnen (varsayılan, gizli) onam bulunduğu kabul edilir. Yine, acil olgularda daha büyük bir zararın önlenmesi amacı ile yazılı onam alınmasını beklemeksizin hekim acil girişimde bulunabilir. Genel bir kural olarak, onam yazılı olmalıdır. Hasta ellerini kullanamayacak durumda ise, tutanak düzenlenmesi gerekir. Bu tutanak hasta yakınları veya yanında bulunan kişiler tarafından imzalanır. Hastanın yanında herhangi bir kişi bulunmuyorsa, etrafta bulunan herhangi bir kişinin tanıklık etmesi ve bunun tutanakla belirlenmesi yeterlidir. 4. EMSAL YARGITAY KARARLARI 4.1. Malpraktis Davalarında Hukuk Mahkemesi Ceza Mahkemesinin Kararını Beklemelidir. T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2008/11477 K. 2008/11825 T. 7.10.2008 Davacılar, davalı doktor tarafından hamileliğinin takip edildiğini, ceninin beş aylık olduğunda hareket etmemesi üzerine doktora gittiğini, doktor tarafından ceninin anne karnında ölü olduğunun tespit edildiğini, bunun üzerine normal doğumun beklendiğini, olmayınca sezeryan ile ceninin alındığını, sezeryan sırasında rahim ve yumurtalığının da alındığını ileri sürerek toplam 100.700,00 YTL maddi ve manevi tazminatın tahsilini istemişlerdir. Davalılar, kusursuz olduklarını savunarak davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, alınan adli tıp kurumu raporu gereğince ve tanık beyanlarına göre yapılan tıbbi işlemlerin usulüne uygun olduğu belirtilerek davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir. Dava konusu olay nedeniyle davacıların Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu 53. maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava açılmış ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. 4.2. Doktor Hafif Kusurundan Dahi Sorumludur. T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2007/14545 K. 2008/3803 T. 18.3.2008 Davacılar, davalı hastanede diğer davalı doktor tarafından gerçekleştirilen hatalı ameliyat nedeniyle murislerinin öldüğünü ileri sürerek, duydukları üzüntüler nedeniyle manevi tazminat talebinde bulmuşlardır. Uyuşmazlık, uygulanan tedavi ve ameliyatta davalı doktorun herhangi bir kusurunun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre davanın temelini vekalet sözleşmesi oluşturmaktadır. Eş deyişle dava, davalının vekalet sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırılık olgusuna dayanmaktadır. ( BK: 386, 390 md ) Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. ( BK:390/11 ) vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur. ( BK.321/1 ) o nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları ( hafif de olsa ) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastanın zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek, tıbbi çalışmalarda bulunurken bazı mesleki şartları yerine getirmek, hastanın durumuna değer vermek, tıp bilimini kurallarına gözetip uygulamak, tedaviyi her türlü ihtiyat tedbirlerin alarak yapmak zorundadır. Doktor, ufak bir tereddüt gösteren durumlarda bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve koruyucu tedbirler almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken hastanın özelliklerini gözönünde tutmalı onu gereksiz risk altına sokmamalı, en emin yolu tercih etmelidir. Müvekkil durumundaki hasta, doktor olan vekilden, titiz, dikkatli ve özenli davranılmasını beklemekte haklıdır. Özen göstermeyen bir vekil, BK 394/1 uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Somut olayda, davacılar murisinin davalı şirkete ait hastanede diğer davalı doktor tarafından safra kesesi ameliyatı olduğu, ameliyat sonrası tam olarak sağlığına kavuşamaması nedeniyle başka hastanelerde müdahalelerde bulunulduğu ve 03.06.2006 tarihinde vefat ettiği dosya kapsamında anlaşılmaktadır. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu’nun 20.12.2006 tarihli raporunda sonuç olarak “R.. S…’nin 15.03.2006 tarihinde doktor Yunus tarafından yapılan laproskopikkolesistektomi ameliyatı sırasında mide ön ve orta yüzde perforasyon, ileumdaseroza yaralanması koledok tam kesisi meydana gelmesinin tıp kurallarına uygun olmadığı oybirliği ile müteala olunur.” Denilmiş, mahkemece de bu rapora itibar edilerek hüküm kurulmuş ise de anılan rapor, hastaya yapılan tedavi ve uygulanan ameliyat nedeniyle gerekli özenin gösterilip gösterilmediği, bu tip komplikasyonlara hangi sıklıkta ve ne gibi durumlarda rastlandığı, doğabilecek komplikasyonlara karşı hastanın bilgilendirilip bilgilendirilmediği, tedavi ve ameliyatta herhangi bir hata, ihmal olup olmadığı konularında açıklama içermediğinden, olayda davalıların kusurlu olup olmadığının tespitine yeterli değildir. Bu rapora dayanılarak hüküm kurulamaz. O halde mahkemece, hastanın gerek davalı hastanede gerekse sonradan götürüldüğü diğer hastanelerde yapılan ameliyat ve tedavilerine ilişkin tüm bilgiler, ameliyat ve tabela kağıtları, varsa çekilen filmler, sonografik inceleme raporları, epikriz ve Adli Tıp Raporu birlikte gönderilip, üniversite öğretim üyelerinden oluşturulacak, genel cerrahi konusunda uzman, akademik kariyere sahip üç kişilik bilirkişi kurulundan, davacıların murisine uygulanan tedavi ve ameliyatta davalı doktora atfı kabil bir kusur olup olmadığı konusunda, nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, davalı doktorun az yukarda açıklanan ilke ve esaslara göre kusurlu olup olmadığı belirlenmeli, sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. Denmektedir. Özetle; Malpraktis, hekimin görev ve sorumlulukları açısından değerlendirildiğinde; birincisi yapılmaması gerekeni yapma, ikincisi yapılması gerekeni yapmama olmak üzere, hastada bir zarara veya istenmeyen sonuca yol açılması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda bu alanda açılan davaların fazlalaşması ile müvekkillerimize en iyi hizmet vermeyi ilke edinen büromuzda tıp hukuku alanında uzman avukatımız bulunmaktadır.